kıbrıs ingiltere londra lefkoşa
DOLAR
32,5542
EURO
34,8270
STERLIN
40,5119
BITCOIN
$64.707
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
LONDRA
Parçalı bulutlu
11°C
LONDRA
11°C
Parçalı bulutlu
Perşembe Orta şiddetli yağmur
11°C
Cuma Orta şiddetli yağmur
="http://www.w3.org/2000/svg" viewBox="0 0 300 300" enable-background="new 0 0 300 300">
13°C
Cumartesi Hafif yağmur
="http://www.w3.org/2000/svg" viewBox="0 0 300 300" enable-background="new 0 0 300 300">
13°C
Pazar kapalı
="http://www.w3.org/2000/svg" viewBox="0 0 300 300" enable-background="new 0 0 300 300">
15°C

Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz ile röportaj

2010 yılından bu yana Büyükelçilik görevini sürdüren Çeviköz gazetemizin sorularını yanıtladı.

Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz ile röportaj
12.06.2014
0
A+
A-

unal cevikoz roportajBu ay sonunda görev süresini tamamlayarak İngiltere’den ayrılacak olan Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz, Londra Gazete’ye özel bir röportaj verdi. 2010 yılından bu yana Büyükelçilik görevini sürdüren Çeviköz gazetemizin, görev süresine yönelik değerlendirmeleri, Türkiye-İngiltere ilişkileri ve toplumumuza ilişkin gözlemlerine yönelik sorularını yanıtladı. Görev süresi boyunca Türkiye-İngiltere ilişkilerinin parlak bir dönemden geçtiğine işaret eden Büyükelçi, 2010 yılında Başbakan olan David Cameron’un ilk AB dışı ziyaretini Türkiye’ye yaptığını hatırlattı. Çeviköz, 4 yıllık elçilik görevi süresinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 3 kez, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2 kez ve başta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olmak üzere bakanların sayısız defalar İngiltere’yi ziyaret ettiklerini de belirtti. Çeviköz Londra Gazete’nin sorularını şöyle yanıtladı:

İngiltere basınında Türkiye’yi eleştiren haber ve yorumların sayısında ciddi artışlar oldu. Türkiye’de aralarında Başbakan Erdoğan’ın da bulunduğu bazı kesimler, BBC ve CNN gibi medya kurumlarını haberlerinin taraflı olduğunu savunuyor. İngiliz basınının bu yöndeki tavrını Türkiye’nin temsilcisi olarak siz hissettiniz mi? Sizde böyle bir algı oluştu mu? Buradaki medyadan bir baskı hissettiniz mi?

Böyle bir baskı hissetmedik. Aksine benim gördüğüm kadarıyla İngiliz basınının özgür olduğu ve tamamen serbest olduğunu ve gayet demokratik bir şekilde olanı anlattığını söylemek mümkün. Şimdi Türkiye’de bunu  ne olduğu ya da ne maksatla olduğu  ne sebeple olduğu ayrı bir tartışmadır. Onlara ben girmeyeceğim. Ama Türkiye’de bir takım gelişmeler oluyorsa, bir takım olaylar oluyorsa bunların da habercilik açısından bir şekilde yansıtılması da gayet doğal. İngiltere basın özgürliğü açısından fevkalade ileri bir ülke. Dolayısıyla nerede ne oluyorsa onu açık bir şekilde yansıtması da doğal görünmeli basının.

Ben bunu herhangi bir şekilde Türkiye’ye karşı veya Türkiye aleyhtarı olarak algılamadım. Hiçbir zaman öyle algılamadık. Türkiye’de de öyle algılanmadı zaten. Nitekim dikkat ederseniz daha ziyade yorumlardan çok bunlar haber niteliğini taşıyan ve tamamen olayları anlatan vaka tarifi veya vaka analizi şeklinde haberlerdi. Öyle bakıldığında bunu söylemek lazım. Elbette bu olayların olmadığı zamanlarda Türkiye ile ilgili yazıların hepsinin olumlu olması çok normal. Ama Türkiye’de bir takım gelişmeler olduğu tespit edildiğinde, görüldüğünde bunların haber olarak yansıması da çok normal. O şekilde baktığınız zaman da sanki İngiliz basınında bir taraf tutma veya bir tavır değişikliği gibi bir algı oluşuyor. Bunu ben algı olaraktan yanlış buluyorum. Buna tavır değişikliği demek doğru değil, bu tamamen factual bir şekilde olayların olduğu gibi tamamen yansıtılması, haberin tamamen aktarılması ve anlatılması diye yorumlanmalı.

Bunun  herhangi bir şekilde İngiltere’den Türkiye’ye giden turizm akımına da etkisi olmadı. Çünkü ortalama yılda aşağı yukarı 2,5 milyon civarında İngiliz vatandaşı Türkiye’yi ziyaret ediyor. Dolayısıyla zannetmiyorum ki İngilizler her hangi bir ülkeye giderken “basın acaba bu ülke hakkında ne yazıyor diye bakıp ondan sonra gidecekler” gibi bir düşünce içerisinde değiller. Onun için bundan da etkilenme görmedik.

22 Mayıs seçimlerinde AB eksenli tartışmalar ve göçmenlik belirleyici oldu. UKIP’in sağladığı yükseliş dikkat çekici. Bu partinin Türkiye’ye zaman zaman özellikle web sitesinde ya da Nigel Farge gibi lider kadronun demeçleri ile beliren tepkilerini gözönüne alacak olursa sokaktaki İngilizin Avrupa Birliği’ne entegre bir Türkiye  algısında değişiklik olmasını bekliyor musunuz; böyle bir öngörünüz var mı?

Bir kere genel olarak baktığımızda zaten AB çok ciddi bir geçiş dönemi yaşıyor ve bir dönüşüm geçiriyor. Onun için bugünden yarına Avrupa Birliği’nin nereye varacağını hangi noktada olacağını bugünden kestirmek çok zor. Öte yandan aynı şey İngiltere ile AB ilişkileri açısından da geçerli. Önümüzdeki yıl seçimlerden sonra, 2017’de bir referandumdan söz ediliyor. Bu referandumun gelecekte İngiltere ile AB ilişkileri açısından  nereye varacağını ve nasıl bir sonuç doğuracağını kestirmekte zor.

Aynı şey Türkiye-AB ilişkileri açısından da geçerli. Biliyorsunuz 2005 yılında başlayan üyelik müzakereleri aşağı yukarı üç sene kadar önce istenmedik bir şekilde bloke oldu ve durdu. Son üç sene hiçbir bölüm açılmadı, hiç bir ilerleme sağlanmadı. Bunun çeşitli nedenleri var. Bunlara girmeye belki de gerek yok şu anda. Ama bunların daha ziyade siyasi nedenler olduğu ve bazı üye devletlerin tutumundan kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Ancak başka ülkelerde yaşanan bir takım siyasi değişiklikler, bazı yeni liderlerin seçimlerden sonra iş başına gelmesi gibi bazı etkenler, bunun da aşılmasına neden oldu. Oradan baktığımızda geçen yıl, 3 senelik bir aradan sonra bölgesel işbirliği ile ilgili 22. bölümün açılması sürece yeni bir ivme getirdi.

Şimdi bu üç platforma baktığımızda hem AB’nin kendi içindeki dönüşümü, Hem İngiltere- AB ilişkileri, hem Türkiye-AB ilişkilerini alt alta koyduğumuzda önümüzdeki dönemde AB ile ilişkileri açıkçası net olarak görmek zor. Her şeyden önce İngiltere içinde giderek artan bir Avrupa Birliği aleyhtarlığı var. Ama ben bunun genel geçer ve bütün İngiliz halkı tarafından benimsenecek bir akım olduğu kanaatinde değilim. Bu sizin de biraz evvel ifade ettiğiniz gibi; bazı siyasi partilerin izledikleri politikalar sonucu birden bire AB Parlamentosu seçimlerinde ortaya çıkan bir görüntünün yarattığı algıdır. Bunun da birbirinden ayrılması lazım. Avrupa Parlamentosu seçimleriyle bir ülkenin kendi parlamento seçimleri her zaman birbirlerinden farklı sonuçlar doğurur. Onun için elbette Avrupa Parlamentosu’ndaki seçimlerden hareket ederek Türkiye-AB ililşkilerinin geleceği veya İngiltere-AB ilişkilerinin geleceği ya da İngiltere’nin Türkiye’nin AB’ne üyeliğine verdiği destek konularında bir takım çıkarsamalar yapmak pek sağlıklı olmayabilir.

Özellikle Gezi Parkı olayların sonrasında olan olayları gazete olarak İngiltere açısından da takip etmeye çalıştık. Mesela Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı Türkiye hakkındaki eleştirel tonunu, özellikle olaylar sırasında arttırdı. Yani Türkiye karşıtı bir yorum olmasa da; polisin yaptığı muameleler ve vatandaşın gösteri yapma özgürlüğü gibi konularda Amerika’nın bakış açısı gayet net ortadaydı. İngiltere’de ise çok farklı bir durum vardı. Biz İngiltere’deki makamlara sorduğumuzda farklı yanıtlar aldık. Örneğin Ankara’da büyükelçilik yapmış bir diplomat, “Açıkçası biz Türkiye hakkında açık olamıyoruz, açık konuşamıyoruz, eleştirel yaklaşamıyoruz. Ama gerekli mesajları gerekli yollardan iletiyoruz” yanıtını vermişti.  Gerekli mesajlar gerçekten size iletiliyor mu, iletildi mi? İngiltere ve Türkiye arsında şeffaflıktan bahsetmiştiniz. Zor olan konularda da böyle bir diyalog süreci var mı aranızda?

Her zaman. Şeffaflık zaten onu gerektirir. Gerek Dışişleri Bakanlığı’nda gerek Parlamento’da, Lordlar Kamarası’nda, Avam Kamarası’nda muhataplarımla yaptığım görüşmelerde hiç bir şekilde, hiç bir kuşku uyandıracak ve “acaba karşı taraf benden neyi gizliyor” gibi bir soru işareti yaratacak bir durumumuz olmadı. Bu tamamen karşılıklı güvene dayanan bir ilişkidir. Dolayısıyla bu şeffaflık zannediyorum her konunun Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu sıkıntılı dönemler de dahil olmak üzere her konunun çok net bir şekilde açıklıkla  anlaşılmasına yol açmıştır. Tabi başkalarının İngiltere’nin Türkiye ile ilgili tutumu hakkında söylediklerine benim bir yorum yapmamı beklemiyorsunuz. Ama ben gördüğüm kadaryla İngiltere’den şimdiye kadar eğer bazı konularda dikkat edilmesi gerektiğine inanılan düşünceler varsa bunların da net olaraktan anlatıldığını, ifade edildiğini, paylaşıldığını söyleyebilirim.

Burası semt olarak Büyükelçilik binalarının yoğun olduğu bir bölge. Muhtemelen bir kaç yıldır en fazla protesto gösterisine ev sahipliği yapan yer Türkiye Büyükelçilik binası oldu. Bu durum diplomasi çevrelerinde zaman zaman gündeme geliyor mu?

Belgrave Square bir dönemler neredeyse Tahrir Meydanı’na benziyordu. Çünkü, sadece bizim Büyükelçiliğimizin önü değil, Suriye, Bahreyn, İspanya, Libya Büyükelçilikleri’nin hatta zannediyorum Malezya Büyükelçiliği’nin önünde de gösteriler oldu. Yani burası Büyükelçilikler’in açıkçası çok sık protesto eylemlerinin ve gösterilerin yoğunlaştığı bir meydan olarak öne çıkıtı. Böyle bir rahatsızlık yok. Herhangi bir şekilde meslektaşlar arasında da birbirimizle bu konuları pek fazla konuşmuyoruz. Her şeyden önce dediğim gibi basın özgürlüğünü vurgulamıştım. Büyük Britanya’nın ve İngiltere’nin gayet özgür, demokratik ve sivil toplum haklarını en iyi şekilde özümsemiş bir ülke olduğuna dikkat çektim. Gösteri özgürlüğü, toplantı, ifade özgürlüğünün fevkalade geniş olduğu bir ülke burası. Dolayısıyla bu tür gösterilerin yapılmasını da her hangi bir şekilde yadırgamamak lazım. Sadece elbette bu gösterilerin herhangi bir şekilde çığrından çıkmaması, misyon binasının her hangi bir şekilde güvenliğini tehdit etmemesi önemli. Aynı şey zannediyorum bütün yabancı misyonlar için de geçerlidir. Metropolitan polis ile İçişleri ve Dışişleri Bakanlık’larıyla öncelikle bu ilke üzerine çok iyi bir mutabakata ve anlayışa sahibiz. Her hangi bir şekilde bunun taşkınlığa ve barışçıl bir gösterinin ötesine geçmeyeceğinin güvencesi bize her zaman verildi ve kendimizi hep bu güvenlik içinde hissettik.

Türkiye’de son yıllardaki uygulamalar, özellikle demokratik teamüllerin uygulanmadığı yönündeki tepkiler, Büyükelçi olarak sizi Türkiye Cumhuriyeti’ni savunurken bir zorluk yaratıyor mu? Türkiye’nin artık demokratik bir ülke olma iddiasını en azından son bir kaç yıldır kaybettiği yönünde bir tedirginlik, bir kaygı var mı batılı çevrelerde ve İngiltere’de?

Buna benzer ifadelerle karşılaşıyoruz. Bunları basında görüyoruz. Belki liderler arasında yapılan görüşmelerde de eğer böyle bir algı varsa veya Türkiye’de son zamanlarda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyumuyla igili bazı gelişmelerde, eğer AB liderleri ve yöneticileri tarafından “şu uygulama böyle olmasa daha iyi olur” gibi bir düşünce varsa bunlar eminim ifade ediliyordur. Bunların ifade edilmesi de yine karşılıklı şeffaflığın ve dürüstlüğün bir gereğidir. Benim herhangi bir şekilde burada böyle bir sıkıntım, böyle bir zorluğum olmadı. Ben her zaman dediğim gibi hem İngiliz basınıyla konuşurken hem televizyonlarda canlı yayına çıktığım zaman sorulan sorulara verdiğim yanıtlarda, hem Avam Kamarası, Lordlar Kamarası veya hükümet yetkilileri ile yaptığım görüşmelerde, daha doğrusu İngiliz basını ya da İngiliz muhataplarımla yaptığım görüşmelerde gayet rahat ve gayet şeffaf açık oldum. Ama şunu da belki vurgulamakta fayda var; vatandaşlarımızın elbette Türkiye’de olanlarla veya Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu şu önemli bir dönüşüm süreci ile ilgili değişik düşünceleri vardır. Onlar da her zaman benim söylediklerime katılmak zorunda değildirler. Öyle olduğu zaman da gelip burada özgür bir şekilde kendi düşüncelerine dayalı bir şekilde protestolarını veya karşı görüşlerini dile getirmektedirler. Böyle bir sıkıntım yok.

Edmonton Milletvekili Andy Love bir toplantıda kullandı; Jeremy Corbyn çok yapıyor mesela, bir derneğin toplantısına katılıyorlar. Dinliyorlar, sonra “bunları Türkiye Büyükelçiliği’ne ve yetkili Türk makamlarına ileteceğiz” diyorlar. Mesela bir panele katılıyorlar, dinledikten sonra en şiddetli biçimde gidip aktaracağız diyorlar. Böyle bir diyalog yada alış-veriş süreci var mı İngiliz parlamenterlerle veya yetkililerle? Gerçekten iletiyorlar mı?

Herhangi bir şekilde bunu ileteceğiz dedikten sonra bana iletilmiş bir şey yok. Ama şunu söyleyebilirim; Jeremy Corbyn de dahil olmak üzere, her zaman Türkiye’ye müzahir olmayan, Türkiye ile ilgili çeşitli konularda, örneğin parlamentoda soru önergeleri veren veya Türkiye’yi bazen basında eleştiren milletvekilleriyle veya Lordlar Kamarası mensuplarıyla görüşüyorum. Özellikle de birisi Türkiye aleyhinde birşey söylediği zaman ben hemen onun peşine düşüp onunla görüşüyorum. Dolayısıyla bu da bir şeffaflığın gereği. Herhangi bir şekilde birbirimizden kopuk değiliz. Hatta Jeremy Corbyn ile parti konferansları sırasında da karşılaştığım, bir panelde hatta konuşmacı olarak yer aldığı zamanda bulundum. Soru da sordum. Bu benim dediğim gibi her yere ulaşmaya ve hiç bir engel tanımamaya dönük çalışma anlayışımdan kaynaklandı. Bu ülkede görev yaparken en zevk aldığım şeylerden birisi parti konferanslarıydı. Ben dört yılda 14 parti konferansı izledim. Muhafazakar Parti, İşçi Partisi ve Liberal Demokrat Parti’nin dört yıl boyunca konferanslarını izledim. 12 konferans ordandı. SNP’nin iki konferansını izledim. Toplam 14 konferans. Zannediyorum bir Büyükelçi için her halde bu ülkede siyasetin iç mutfağının nasıl yürüdüğünü görmek açısından parti konferansları çok açıklayıcı ve çok fikir verici. Onu yaşadığıma çok mutluyum.

Toplum tabi burada sık sık protestolar için buluşmayı yeğlese de siz Londra’da ve Londra’nın diğer bölgelerinde yaşayan vatandaşlarla en yakın ilişki kuran diplomatlardan birisi oldunuz. Siz neredeyse her hafta sonu Green Lanes gibi toplumun yoğun yaşadığı yerlerde oldunuz. Bu toplumla yakın ilişki kurma konusunda heralde dönüm noktalarından birisi Turkuas UK oluşumu oldu. Hayal kırıklığına uğrattı mı sizi o süreç? Bir de o sürece verdiğiniz desteğin toplumda özellikle bazı kesimlerde toplum mühendisliği gibi algılanması yorumları rahatsız etti mi sizi?

Bir kere Turkuas bunların hepsinin en sonuna doğru olan bir gelişme. Ben göreve başladığım zamana dönecek olursam; herşeyden önce bu biraz da benim kendi kişiliğimden yaradılışımdan kaynaklanan bir şey. Biliyorsunuz Büyükelçilikler daha ziyade iki ülke arasında devleti temsilen siyasi ilişkileri takip ederler. Vatandaşla ilişkileri daha ziyade Başkonsolosluk’lar yürütür. Başkonsolosluk’ların görevidir bu. Fakat ben vatandaşımdan pek kopuk yaşayabilen bir insan değilim. Daha evvel yaptığım görevlerimde de vatandaşıma yakın oldum. Başka bir ülkede konsolosluk görevi de yaptım. Vatandaşın devletini temsil eden kişileri tanımak ihtiyacında olduğunu hissediyorum. Onun için bunu bir ihtiyacı karşılamak şeklinde yorumladım ve vatandaşın bize gelmesinden ziyade bizim vatandaşa gitmemiz gerektiğine inandım. Bu ilkeden hareket ettim. Böyle hareket edince çok sık görüldüm. Türkler’in ya da Türkiye’den gelenlerin, vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde çok sık görüldüm. Hoşuma da gitti. Zannediyorum halkımızın da ve buradaki toplumumuzun da çok hoşuna gitti.

Bu bende şöyle bir algı oluşturdu; değişik değişik gruplaşmalar, değişik değişik dernekler, federasyonlar birbirleriyle bir araya gelebilme yeteneğini kaybetmişler. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Bunları tabi ben tartışacak veya tahlil edecek değilim. Ama benim o kişiliğimden kaynaklanan o yaradılışımın gereği bunun ortadan kalkması gerektiğini düşündüm ve olabildiğince Büyükelçiliğe çeşitli defalar dernek temsilcilerini davet ettim, bir araya geldik ve ‘sizlerin bir şekilde bu birbirinizden kopukluğunuzu aşmanız, bir araya gelebilmeniz lazım’ dedim. Bunu çok ısrarla takip ettim. Onun bir sonucudur Turkuas. Hep yanlış bir algı oluştu. Turkuas’ı devlet kurdu ya da devletin desteğiyle, O’nun yönlendirmesiyle kuruldu diye. Hatta ilk kuruluşunun ilan edildiği gün benim kullanmış olduğum bir ifade de o şekilde yorumlandı.

“Kürekleri siz çekeceksiniz, biz de dümeni elimizde tutacağız” gibi bir ifadeniz oldu mu o toplantıda?

Şöyle bir ifade kullandım; dediler ki “ bize kürek çekmekte yardım edin.” Ben de dedim ki “biz kürek çekmekten ziyade, cox olmayı, yani o arkada dümende oturan kişi olmayı tercih ederiz” dedim. Ordan kastettiğim “dümeni bizim elimizdedir, sizin nereye gideceğinizi biz sağlarız” demek değildi. Orada benim kastettiğim; hani o sürekli tempo veriyor ya, o cesareti size veririz biz, o momentumu veririz. Bizim vazifemiz bundan başkası olamaz demeye getirmiştim. O tabi “bak görüyor musun? Büyükelçi dümeni bizde olacak”  dedi şeklinde yorumlandı. Ona üzüldüm, öyle anlaşılmasına üzüldüm. Yoksa bu Turkuas hareketi aslında benim herkese eşit bir şekilde ve hiç bir ayırım yapmadan bütün vatandaşlarımı ve yurdumuzdan gelen bütün insanları bir araya getirme ve hepsini birden kucaklama arzusunun bir sonucudur. Bu çok büyük bir duyarlılıkla karşılandı. Buna da çok memnun oldum ve hakikaten birbiriyle daha evvel aynı çatı altında olmayan insanlar bir araya geldiler, konuştular. ‘Büyükelçimiz bizi birleştirmek istiyor, buna bir çare bulalım, biraraya gelelim’ dediler ve Turkuas o şekilde çıktı. Belki de Turkuas’ın bugün hala istenen, benim arzu ettiğim şekilde bir bütünleştirici kapsama gelememesinin sebebi; muhtemelen bu başta oluşturulmuş olan algıdır. Bu da bence yanlış bir algı olduğu için, bugün Turkuas’ı bir şekilde halkımız, vatandaşlarımız ve toplumumuz benimseyemedi. Benimseseydi böyle olmazdı. Ama tabi bütünleştirici çabaları sürdürecek arkadaşlar olacaktır.

Demin siz de aynı tereddütü yaşadınız. Bizim de  gazetede yaşadığımız sıkça karşılaştığımız bir durum. Örneğin “32 Türk meclis üyesi” başlığı meclis üyelerinin bir kısmında “hayır biz Kıbrıslı Türk’üz” bir diğer kısmında “hayır biz Kürdüz” gibi yorumlara neden oluyor.  Kıbrıslı Türk’lerin önemli bir kısmı da sadece ‘Türk’ olarak tanımlanmaktan memnun görünmüyor. İngiliz otoriteler ‘Turkish Speaking Community’ deyip geçiyorlar. Diyaloglarınızda o tanımlama sorunu sizde de bir tereddüt ya da zorluk yaratıyor mu?

‘Türkçe konuşan toplum’ ifadesini ben de kullanıyorum. Çünkü doğru olanın bu olduğu kanaatindeyim. Bir şekilde zaten İngilizce’de bunu ifade ettiğiniz zaman burada yaşayan toplumumuzu herhangi bir şekilde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden gelen soydaşlarımız, Balkanlarda yaşayan ve Balkan göçmenleri, Orta Asya’da Türki bağları olan insanlar veya Türkiye’den gelmiş olan Kürt kökenli yurtdaş ve vatandaşlarımız gibi ayrım yapmamak için bir genel ifade kullanmak gerekiyor. İngilizcede bu zaten “Turkish speaking community”  diyerek kullanıldığı zaman hepsini birden kapsıyor. Onun için böyle bir ayrım veya böyle bir ifade zorluğu İngilizce’de yok. Bu biraz Türkçe kullanıldığı zaman hassasiyet yaratıyor. O duyarlılıklar da daha ziyada Türkçe kullanıldığında ortaya çıkıyor. Bunun aslında bütün toplumumuzu kapsayacak bir ifadeyle kullanmak lazım. Çünkü burada aşağı yukarı 400 binin üzerinde Türkçe konuşan bir toplumun varlığından söz ediyoruz. Bu varlığın içinde elbette KKTC’de yaşayan ve oradan buraya gelmiş, burada yaşamaya başlamış olan soydaşlarımız da var. Yani Kıbrıslı Türkler de var ve bunun içinde Anadolu’dan Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olaraktan buraya gelmiş olan değişik etnik kimlikleri olabilen insanlar da var. Ama hepsinin ortak birleştirici özelliği de Türkçe konuşuyor olmaları. O yüzden bu ifadeyle anlatıldığında bunu İngilizler de gayet net bir şekilde anlıyorlar.

İngilizlerde “Türklerin hepsi kebapçıdır, hepsinin restoranı var” algısı da sık sık karşılaştığınız bir yaklaşım oldu mu?

Hayır, hiç öyle bir algı yok. Belki de giderek artan bir şekilde, aslında Türkiye’den gelen vatandaşlarımızın bu toplumda çok daha sosyal tabaka açısından bakılırsa ki ben böyle ayrımlara pek itibar etmeyen bir insanım, Finans sektöründe, bankacılıkta, tıp alanında, avukatlık, hukuk dalında, iş dünyasında özellikle büyük şirketlerde, petrol şirketlerinde ve bütün bunların hepsinde elbette Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup veya çifte vatandaşlık sahibi olup görev yapan insanlar var. Bunlar da elbette Türkiye algısını çok daha değiştirmiş vaziyette. Belki ilk buraya Türkiye’den gelen vatandaşlarımız ve yurtdaşlarımız daha belli ve spesifik bir sektör üzerinde yoğunlaşmıştı. Ondan sonra zaman içinde böyle bir algı belki oluştu. Ama bugün öyle bir algı yok. Özellikle belediye meclisi üyeliklerinde, seçimlerden önce 17 olan meclis üyesi sayımızın 32’ye çıkmasından sonra aslında bu algı giderek ortadan kalkmıştır demek doğru olur. Öte yandan tırnak içinde “kebapçı” tabirini de aslında böyle pejorative ve kötü bir şeymiş gibi kullanmamak lazım. Bence iyi kebap yapan da kebap yapmakla övünmeli. Türk restoranları İngilizlerin de çok severek ve itibar ederek gittikleri yerler aslında. Ben pek çok İngiliz dostumla gittim Türk lokantalarına burada. Değişik lokantalara gittim, hep aynı lokantaya da gitmedim. Ama her gittiğimde İngiliz dostlarımın hep fevkalade memnun ayrıldıklarını, Türkiye’ye gidip de Türk mutfağını tanıyanların da buraya döndükten sonra aynı lezzeti burada nerede buluruz diye aradıklarını biliyorum. Bir de kebap deyip de geçmeyin, dönere sahip çıkmamız lazım, döner bizimdir.
Dilerseniz söyleşimize Asil Nadir ile devam edelim. Sizin döneminize de denk gelen bir süreç bu. Bu ülkenin kanunları çerçevesinde yargılandı ve suçlu bulundu. Sonrasında da İngiltere pasaportundan, vatandaşlığından daha doğrusu vaz geçti. Yani Asil Nadir İngiltere’de hapishane de yatan bir yabancı haline geldi. Bu konuda söyleyecek bir şeyiniz var mı? Büyükelçiliğin Asi Nadir konusunda bir girişimi var mı şu an?

Bir kere kendisi elbette Başkonsolosluk tarafından hapishanede ziyaret ediliyor. Herhagi bir şekilde ihtiyacı olduğunda, o ihtiyacına yardımcı olunuyor ve hiç bir şekilde de yanlız bırakılmıyor. İkincisi elbette İngiltere ile Türkiye arasında “hükümlülerin iadesi anlaşması” uyarınca Asil Nadir’in de cezasının geri kalanını Türkiye’de çekme hakkını istemesi ve bunu kullanmak için başvurması mümkün. Böyle bir başvurusu da oldu. Bu süreç devam ediyor. Hukuki bir süreç olduğu için buna şu sırada başka bir yorumda veya başka bir ifadeyle katkıda bulunmak belki doğru olmaz. Ama böyle bir hakkı mevcuttur. Böyle bir talebi de vardır ve bunun şu sırada girişimleri de devam etmektedir.

Hukuki süreçten bahsettiniz. Bildiğimiz kadarıyla bu konuda kararın sadece Adalet Bakanı Chris Grayling’de olduğu diye bir izlenim var; o da reddetti transfer başvurusunu, değil mi?

Bunun bir defa bir bakanın bir kararıyla bitmeyebileceğini ve başka mekanizmaların da o hukuki süreci sürdürebileceğini kabul etmek lazım. Şimdi, şu sırada o aşamadayız.
Peki durumu nasıl Asil beyin? Siz ziyaretler yapıldı diyorsunuz.

Başkonsolos’umuz ve Hukuk Müşaviri’miz ziyaret ediyor. Elbette tabi hapishanede olan bir insanın olabileceği kadar iyi. Ama kendini tamamen koyvermiş olmadığı bilgisini alıyorum. Sağlığı şu sırada herhangi bir şekilde ciddi bir rahatsızlık göstermiyor.

Bir dönem Bağdat Büyükelçiliği yaptınız. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerinde çok kritik bir rol oynadınız. Dış politikada Türkiye’nin deyim yerindeyse altın dönemini yaşadığı bir dönemde hep kritik noktalarda bulundunuz. Yine son yıllarda başta Suriye ile ilişkiler olmak üzere neredeyse bütün komşularıyla kavgalı bir ülke görüntüsü verdiği izlenimi sizce haksızlık mı Türkiye için ya da varsa böyle bir izlenim bir diplomat olarak bunun Türkiye’yi daha zor bir döneme sürükleyebileceği kaygısı var mı sizde?

Ben Türkiye’nin bütün komşularıyla kavgalı olduğu görüntüsü ifadesine katılmıyorum. Ama şu bir gerçek; Türkiye’nin bütün çevresi sorunlu ülkelerin bulunduğu, iç sorunlarıyla mücadele eden ülkelerin yer aldığı bir coğrafya. Neresinden bakarsanız bakın, Balkanlar’a baktığınızda bugün hala çözümlenmemiş bir çok sorun var. Karadeniz Bölgesi’ne baktığınızda Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra hala çözümlenmemiş, hatta yeni yeniden gerginlik nedeni oluşturan bazı sorunlar var, Ukrayna gibi. Kafkasya bölgesine baktığınızda orada çözümlenmemiş sorunlar var. Orta Doğu’ya baktığınızda başta Arap-İsrail ihtilafı olmak üzere Orta Doğu barış sürecinden hareket edersek, bir de en son 3 yıl önce başlayan Arap uyanışı hareketini hatırlayacak olursak o bölgede de çok sorunlar var.

Bunların hiçbiri aslında Türiye’nin yarattığı sorunlar değil. Bunlar Türkiye’nin ikili olarak bir sorun haline getirdiği ve kendinin sebep olduğu sorunlar değil. Ama bunlar elbette Türk dış politikasını etkiliyor. Türkiye zaten bütün bu sorunların çözümünde hep pro-aktif bir rol oynamaya çalıştı. Ben de daha evvel bulunduğum görev yerlerinde ve kariyerim boyunca almış olduğum çeşitli sorumlu mevkilerde görevimin gerektirdiği ölçüde elbette bunlarla uğraştım. Bunların çözümüne katkıda bulunan bazı faaliyetlerin içinde oldum. Ama tekrar ediyorum şunu söylemekte belki fayda var; Türkiye’nin bugün etrafı çok ciddi sorunların bulunduğu bir coğrafyayı oluşturuyor. Bu sorunların çözümünde açıkçası yine belki de en önemli aktör olaraktan Türkiye’yi hep bir kenarda hep hatırda tutmak gerekir. Türkiye’nin katkısı olmadan, Türkiye’nin herhangi bir şekilde işbirliği olmadan bu sorunların hiçbirinin çözümünün de mümkün olduğu kanaatinde değilim.

Şimdi bugün Musul Başkonsolosu’nun karşılaştığı zor durumun benzerini, görev süreniz döneminde sizde yaşamıştınız, konvoyunuza pusu kurulmuştu?

2004 Kasım – 2006 Aralık döneminde Bağdat Büyükelçiliği yaptım. Benim göreve balşlamamdan çok kısa bir süre sonra, aşağı yukarı bir ay kadar sonra Musul’da 5 görevlimiz şehit edilmişti. Onlar Bağdat’a görevli gelen 5 güvenlik görevlilerimizdi. O tabi beni çok üzmüştü. Onun akabinde de 2 Ocak 2006 tarihinde benim konvoyum bir saldırıya uğradı. Zırhlı taşıtlar içinde olduğumuz için herhangi bir şekilde konvoyda bulunan kimseye birşey olmadı. Ama o elbette önemli bir hatıra. Ama o dönem zaten çok zor bir dönemdi. O dönemde Irak çok hızlı bir dönüşüm geçirdi. İki defa genel seçim yapıldı. Bir anayasa referandumu yapıldı ve bütün bunların olabilmesi için de sürekli olaraktan siyasi partilerle, halkı, olabildiğince toplumun değişik kesimleriyle temas halinde olmak ve onların Irak’ın geleceğiyle ilgili düşüncelerini öğrenmek ve onlara bir şekilde yol göstermek gerekiyordu. O dönem hakikaten terörün çok yoğun olarak, bilhassa Bağdat’ı vurduğu dönemlerdi…

Yorumlar

  1. Mine Zabci says:

    oncelikle,Londra Gazeteyi cesurca sordugu sorulardan dolayi kutlarim..sanirim Ingiltere’de bir ilk yasandi,cemiyet haberinin disina cikan bir bakis acisi,iyi bir gazetecilik ornegi..
    Buyukelcimiz gercekten cok iyi bir diplomat, dun okudugum zaman sanki sizi izliyormusum gibi hissettim..Turkiye hic bir doneminde bu kadar ardi ardina yogun gunler yasamadi.TC Londra Buyukelcimiz Sn Unal Cevikoz her zaman kendi gundemini dis ve ic iliskilerde canli tuttu..bu soyleside verdigi cevaplar kendi deneyimini acikca ifade ediyor.

    Kucuk bir hatirlatma yapmak istiyorum.local gazetelerde cikan haber beni cok etkilemisti,’Londra’ya atanan yeni elcimiz Kuzey Londra’da esnafi ziyaret etti..’ bu davranisi beni cok etkilemisti,saygi duydum ve kendisine bir hos geldiniz ,Merhaba mesaji yazdim..Buyuk elcimizi ,hatirliyacagiz, ozleyecegiz.. bence cok ariyacagiz..
    Sevgiler